• bu filmin son sahnelerinde ağlamaya başladım, hala ağlıyorum.

    filmden çıktım, kadıköy’de yağmur başlamış. çantada şemsiyem var, ama çıkarmadım. ağlaya ağlaya, ıslana ıslana, metroya yürüdüm; kimseyle göz göze gelmemek için başım önde. ağlayan birini görünce bir acıma ve merak duygusu oluyor çünkü insanlarda. bunun insanlıktan geldiğini düşünüyoruz. saniyelik bir acıma ve sonra her şey olduğu gibi.

    metro’ya indim, orada ağlamak sokakta ağlamaktan zor. çünkü etraf çok aydınlık; ışıklar bana dönmüş gibi, sahnedeymişim gibi, herkes şovumu izlemeye gelmiş gibi. tüm metro yolculuğu boyunca dudaklarımı ısırdım, neşeli şarkılar dinlemeye çalıştım, olmadı. gözlerim dolup dolup, taştı. bakışlarımı yerden her kaldırışımda insanların bakışlarıyla çarpıştım. zor geçti zaman. bir ara ayaktaki yolculardan birinin puslu kıtalar atlası'nı okuduğunu gördüm, yüzünde bir tebessüm. böyle iyi bir kitap okurken, iyi bir insan olmuştur o da. ne mutlu.

    bu uzun yolculuk sırasında, benim kafamda dönüp duransa; birbirinden bağımsız iki olay...

    olay 1: karabaş
    ben daha küçüktüm, ilkokula gidiyordum. babamın tanıdığı olan bir albay’ın rottweiler cinsi bir köpeği vardı. adı chucky (bir köpeğim olsaydı vereceğim son isim olurdu). chucky, köpekler için de varolan askeri kamp gibi bir yerde eğitim almıştı. çünkü "sahibi" öyle istemişti. o yaz bize gelmişlerdi, yeniden ankara’ya taşınacaklardı ve chucky’yi verecek bir yer arıyorlardı. küçük bir bahçemiz vardı, evimiz elverişliydi, hem kocaman bir köyümüz vardı. babama yalvarmıştık ablamla. ve bizde kalmıştı chucky. o zamanlar kaç yaşındaydı hatırlamıyorum. ama gördüğüm en ajite, en huzursuz köpekti. sevmeyi ve sevilmeyi bilmiyordu, gördüğü herkese ve her şeye çok ani hareketlerle yaklaşıyordu. insanlar da haliyle ürküyorlardı. tasmasını bırakamıyorduk dolaştırırken, ablamla ikimiz zor kontrol edebiliyorduk.

    chucky’nin bizdeki ilk haftasonunda köye gittik beraber. halamların bahçesinde oturuyoruz, chucky dolaşıyor, etraftaki her şeyi ilk defa görmüş gibi bakıyor, ilerideki ağılda duran ineklere havlıyor, oraya gitmek istiyor ama bir yandan da ürküyor. o sırada halamların birkaç koyunu çıktı evin arka tarafından, arkalarında da bir kuzu. chucky bir anda bir hırıltıyla fırladı ve koşup kuzuyu dilinden yakaladı. dilinden çevirip çevirip fırlattı. kuzunun ağzı parçalandı ve öldü. chucky’nin ağzı, yüzü kan. öyle bir sahne ki, gözümün önüne geldikçe, etkisinden hala kurtulamıyorum. chucky’den öyle korkmuştum ki, yaklaşamamıştım yanına. babam hemen tasmasını takıp, ağaca bağladı. hayatında hiç böyle bir canlı görmemişti, belli ki kendini ve hatta bizi korumak istemişti. ve iyi bir şey yapmadığını anlayınca, o da korkmuştu. belki ceza bekliyordu. o kampta ne öğrendi, nasıl bir eğitimden geçti bilmiyorum, ama ona kötülük eden bir şey olduğunu o an anladım.

    chucky ile o yaz köyde kaldık 1-2 ay kadar. sakin sakin alıştık birbirimize. o insanlara alıştı, hayvanlara alıştı, doğaya alıştı, özünü hatırladı. sevmeyi ve sevilmeyi öğrendi. iyileşti chucky. adı da halam tarafından, “karabaş” olarak değiştirildi. karabaş yaşlılıktan ölene kadar köyde yaşadı. bazen mutlu öldüğünü düşünüp seviniyorum.

    olay 2: akrep
    geçen yaz, tatil sitelerinden birinde yaşayanlardan birini akrep sokmuş. hastaneye gitmişler, önemli bir şeyi yokmuş neyse ki, bir iğne yapmışlar ve eve yollamışlar. evin etrafını ilaçlamak için, bizim orada balıkçılık yapan ve ufak bir lokantası da olan ali ustaya sormuşlar; “nereden bulabiliriz ilaç?” diye. ali usta kızmış onlara; “geliyorsunuz, dağı taşı delip ev yapıyorsunuz, onları kendi evinden yurdundan ediyorsunuz, sonra bir de öldürmek için ilaçlamak mı istiyorsunuz?” demiş. bir akşam mekanına rutin ziyaretimizi yaptığımızda, demlenirken anlatmıştı bunu. “sonumuz kötü olacak” demişti sonra.

    tüm bunları niye hatırladım, anlattım... aslında diyeceğim sadece şu; insan olanı, insanlığından utandıracak bir film bu.

    “kötü olan her şey, sevgiye muhtaçtır” diyor rilke. bu kadar sevgisizken, bunca yarayı nasıl saracağız bilmiyorum. inanın.
  • öncelikle bu film 87.oscar ödüllerinde macaristanın en iyi yabancı oscar adayıdır ve de bu film cannes film festivalinden belirli bir bakış açısı ödülü almıştır .

    ayrıca bu film dramdır , bu filmde 274 köpek kullanılmış ve filmde de bahsedildiği gibi köpeklerin hepsi melezdir bu benim için dram zaten.köpek sayısınında bir filmde kullanılan en fazla köpek figürasyonu rekorunu ele geçiyor bu da dram.

    ama bu filmde ne bir oyunculuk var -kimse bana oyunculuktan bahsetmesin tüm işi köpekler `:!` yapmış hatta ödülde almışlar afferim onlara - , ne de yönetmenlik .

    --- spoiler ---

    film tipik bir parçalanmış aile yapısıyla başlayıp çok çok acayip hakikaten acaip yerlere gidiyor ama komik bir şekilde gidiyor .

    o kadar ki filmin başlangıç gelişim ve bitişini şu şekilde özetleyebiliriz ;
    lassie ile başlayıp kill bill volume 1 ardından kill bill volume 2 son olarak fareli köyün kavalcısı gibi tanıdık bir masalsı bir sonla bitiyor.

    ama şöyle bir kafa karışıklığı var ;

    lassie sekansı -eyvallah- köpecik tavırlar aman yavrucak kaç sosyalleş ,arkadaşlarını bul ve diren yoldaş köpek kardeş ,diren ki bu sistemi sen çökert...

    kill bill sekansı - eyvah- uma thurman bir köpek olmuş intikam alıyor, teker teker... çenesi ve çetesi sanki bir hattori hanzo olmuş , kimsenin gözünün yaşına bakmıyor, acımıyor, vuruyor, kırıyor, havlıyor, gırlıyor ve hunharca kan döküyor...

    fareli köy zaten ayrı bir hikaye yazmaya gerek yok...

    --- spoiler ---

    yönetmen bence tamamen kendi iç fantezisi heyezanlarıyla hayatıma tam 120 dakikalık bir hayat sevinci verdi ki bana bu filmi eşe dosta tavsiye edip belirli bir bakışla onlara bakıcam. hatta en sevmediklerime 2 kez tavsiye edip , dvd'sini ellerimle teslim edicem. ben hayatımda ilk defa bir dram filminde kahkahalar attım ki yalnız değildim salonda. ve film dram .

    (bkz: şakaysa hiç komik değil ciddiyse çok komik)`:ama güldüm şimdi hakkını yememek lazım yönetmenin öldürme sahnelerinde özellikle.`

    son olarak o köpeklerin film sonrası psikolojisini merak ediyorum, bunlar köpek aktör değil bu kadar agresyonu nasıl absorbe edip normal hale dönecekler bu konularda pek bilgili olmadığımdan üzüldüğümle kaldım.
  • gün itibarıyla izmir'de sadece karaca sineması'nda 12:00 ve 21:15 seansları ile vizyona giren macar yönetmen kornel mundruczo filmi.
  • --- spoiler ---

    "kötü olan her şey sevgimize muhtaçtır" rilke'siyle başlıyor ve sevgiyle bitiyor. sevgi zor... ama rilke haklı.

    --- spoiler ---
  • köpekli film.
  • "kötü olan her şey sevgimize muhtaçtır."

    film rilke'nin sözü ile açılış yapıyor. white god`:https://eksisozluk.com/white-god--4418552` çekimlerinde 250 civarında köpek kullanılmış, bu kadar köpeği organize etmek çok zorlu olmuştur çekimler sırasında.
    daha dinamik bir kurgusu olsaydı daha iyi olurdu diye düşünüyorum. fakat muhteşem bir görselliği sahip. final sahnesi gerçekten hafızalardan çıkmayacak kadar vurucu ve de rilke'yi haklı çıkarıyor.
  • çekilmesi çok güç bir filmin altından başarıyla kalkan yönetmen, köpekler ve insanlar arasındaki kurduğu analojiyle muazzam bir toplumsal gözlem yapıyor. hazmı son derece güç olsa da, beyaz tanrı sınıfsal eşitsizliği, kapitalizmi ve yaşayan her canlının birer metadan ibaret görüldüğü bir dünyanın da tokat gibi bir eleştirisi.
  • q: we realize with the film that violence generates violence.

    a: not violence is generating violence, but intolerance generating intolerance. our society is easily intolerant.

    (bkz: http://twitchfilm.com/…hite-god.html#ixzz3bkysbhou)
  • "peki, nedir, macar yönetmen kornél mundruczó’nun aklından geçenler? filmin adı neden beyaz tanrı ve bu beyaz tanrı da kimin nesi? kırma bir köpeğin önderliğinde gerçekleşen sokak köpeklerinin kanlı kalkışmaları neyi sembolize ediyor? bana göre bütün bu soruların çok net bir cevabı var. ama sembolik anlatılarla süslü metinlerde cevap herkes için farklı olabilir veya illa bir cevaba gerek görülmeyebilir. o yüzden benim aradığım ve bulduğum cevap, alımlayanlara (bu örnekte diğer izleyiciler oluyorlar) saçma ve zorlama gelebilir. neyse ki, ben de kendi fikirlerimin tanrısıyım ve onlara sadece benim hükümlerime göre hareket edebilirler…"

    öncesi ve sonrası için: http://www.kulturcetesi.com/tanrilar-ve-kopekler/
  • o berbat oyunculuklarla cannes'ten nasıl ödül alabildiğine anlam veremediğim film. o kategoride yarışan başka bir film yoktu herhalde. başka açıklaması olamaz.

    (bkz: belirli bir bakış ödülü)
hesabın var mı? giriş yap